Back

Ekolojik Kentler ve Yaşam Kültürü

Prof. Dr. Cengiz TÜRE - Anadolu Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı

Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği Danışma Kurulu Üyesi

Günümüzde sosyal bir organizmaya benzete bileceğimiz kentler; nefes alan, büyüyen, gelişen ve sahip oldukları karmaşık iç dinamikleriyle sürekli değişim gösteren yerleşim alanlarıdır. Her kente göre bu değişimin yönü farklılıklar göstermekle birlikte, kentli olmaktan çok nasıl bir kentte yaşadığımız bizler için daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Kentlileşme, sadece kırsal yerleşim alanlarına göre daha büyük bir arazi parçası üzerine fiziksel yerleşme değil, aynı zamanda ekolojik, toplumsal ve uyumsal bir değişim sürecidir. Bir kentteki gelişimin yönü, orada yaşayan insanların kentleşmeden, kentlileşme sürecine hangi oranda ulaştıklarına bağlıdır. Bu nedenle, canlı varlıkların bir birleriyle ve cansız çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı olan Ekoloji, günümüz dünyasında yeni bir yaşam kültürü olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu kültürün gelişmesinde yapılması gereken en önemli paradigma değişikliği ise, ekolojinin çevre kavramına indirgemesinden vazgeçilmesi olacaktır. Günümüzde, çevre kavramının sınırlılık duygusu veren algısından yararlanarak, doğaya yönelik yapılacak her türlü faaliyet masumlaştırılmaktadır. Oysa çevre kavramı, doğanın edilgen ve cansız bir nesne gibi algılanmasına yol açarak, üzerinde her türlü eylemin yapılabileceği bir varlık haline getirmektedir. Bu iki kavramın bir birinin yerine koyarak kullanılması, doğanın dilini ekoloji biliminin kulağıyla dinlemek yerine, birçok olayı doğal afet olarak tanımlayarak sonuçlarına katlanmayı öne çıkartmaktadır. Bu nedenle, dar kapsamlı çevreden ziyade daha geniş kapsamlı olan ekoloji ve doğayı önemseyen kentsel yaşam kültürünün gelişimine yönelik çabaların gösterilmesi daha anlamlı olacaktır.

İnsan sadece doğanın içerisine fırlatılmış bir varlık değil, onunla birlikte var olan ve tekrar ona dönecek canlı bir özdür. Doğanın olanaklarını kullanarak bu özün yarattığı sosyo-kültürel gelişim; varlıktan bilgiye, bilgiden ahlaka, estetikten etiğe ve ekonomiden siyasete kadar çok çeşitli alanlarda görülmektedir. Öyle ki, insanlık kendini doğanın üstünde yaratılmış bir varlık, doğayı da tüm unsurlarıyla ayakları altına serilmiş bir öteki olarak algılamaya başlamıştır. İnsanoğlunun yarattığı bu kültür; gelişmişliğin bir simgesi olduğu gibi, yıkıcı etkileri bakımından da bozan, değiştiren, şekil veren bir araca dönüşmüştür. Toplumda hakim olan bu anlayış nedeniyle, kendi ihtiyacından daha fazla üretim yapabilen insanoğlu için ekonomik kazanımlar, yakın bir geçmişe kadar, ekosistemlerin korunmasına göre hep daha ön planda tutulmuştur.

Kentlileşen insan ile doğa örüntüleri arasındaki ortaya çıkan bu olumsuz etkileşimler, giderek ekolojik yaşam kültürü adı verilen bu süreci daha da hızlandırmaktadır. Kulağa hoş gelen bir slogan olmaktan çıkarılması gereken bu anlayışın başarısı, sadece şehrin planlanması, bina stoku ve alt yapısında yapılacak uygulamaları değil, aynı zamanda kent sakinlerinin yaşam kültürlerinde, bu yönde sağlanabilecek değişimle doğru orantılıdır.  Bu değişimin yönü ise ego-sentrik (ben merkezli) insandan, eko-sentrik (ekoloji merkezli) insana dönüşmekten geçmektedir.

Şimdilik bizim tercihimize bağlı bir yaşam biçimi olarak algılanan bu süreç, yakın gelecekte hepimiz için kaçınılmaz bir zorunluluk olacaktır. Ekonomi dünya