Bizi Takip Edin

Üye Belediye Haberleri

İstanbul’un 2 bin yıllık su serüveni bu kitapta

28.06.2013

Kaynak Suları, bentler, kemerler, maksemler, su terazileri, sarnıçlar ve ayazmalar… İstanbul’un 2 bin yıllık su serüveni İstanbul Büyükşehir Belediyesi KÜLTÜR AŞ’nin çıkardığı İstanbul’un 100 Su Yapısı kitabında…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş, İstanbul’un su kültürünü görünür kılmak amacıyla Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ait 2000 yıllık tarihi su yapılarını tanıtan bir kitap yayımladı. Kitapta yer alan eserler arasında, Hz. Meryem’e ithaf edilen ve onun şifa verici kudretini temsil eden 2000 yıllık Balıklı Ayazması, İstanbul’un en eski su kemeri olan Bozdoğan(Valens) Kemeri, II. Sultan Abdülhamit’in içtiği ve tavsiye ettiği Taşdelen Suyu, dünya su mimarisinin başyapıtı olarak kabul edilen Mağlova Kemeri, İstanbul’un ilk bendi olan Karanlık Bend, Bizans’ın gizemli yapısı Yerebatan Sarnıcı, Topkapı Sarayı Su Terazisi ve Taksim semtinin isim babası olan Taksim Maksemi de bulunuyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., İstanbul su kültürünün yansıması olan ve kentin su ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilen 100 su yapısını tek kitapta bir araya getirdi. İstanbul’un 100 Su Yapısı ismini taşıyan kitap, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait kemerlerden sarnıçlara, bentlerden maksem ve su terazilerine kadar farklı türdeki 100 önemli eseri tanıtarak suyun tarihi yapılardaki 2000 yıllık serüvenini anlatıyor.

Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’un yayın danışmanlığında araştırmacı yazar Davut Hut’un kaleme aldığı eser, suyun kaynağından başlayarak abıhayat olduğu aşamaya kadarki tüm süreci 3 bölüm halinde anlatıyor. Kitabın ilk bölümünde geçmişte olduğu gibi günümüzde de şöhretini koruyan İstanbul’un kaynak suları ve bunlara bağlantılı tesisler ve çeşmeler konu edinilmiş. Kaynak sularının yanında şehrin su rezervini oluşturan yağmur, ırmak ve sel sularının biriktiği tarihi bentler ise kitapta ikinci sırayı almış.

Bentlerde biriken suyun şehir merkezine ulaşmasını sağlayan tarihi su kemerleri, suların taksim edildiği maksemler, suyun rahatça ilerlemesini sağlayan su terazileri, Roma ve Bizans’ın ünlü sarnıçları ve Ortadoks kültüründe önemli bir yer tutan ayazmalar da kitabın ilgi çeken konuları arasında yer alıyor.
Suların Padişahı

Büyükçamlıca Suyu

Muhammed Hafid Efendi’ye göre “suların padişahı”, Namık Kemal’e göre “abıhayat” olan bu su, Osmanlı döneminde büyük şöhrete sahipti. Günümüzde bile İstanbul’a nefes aldıran Çamlıca Tepeleri ve civarında Büyük ve Küçükçamlıcalar, Tiryal Hanım, Libadiye, Kısıklı, Tomruk Ağası, Ömer Bey, Şekerkaya ve Bulgurlu gibi meşhur kaynak suları mevcuttu.

Bunlardan Büyükçamlıca suyunu çok fazla metheden Muhammed Hafid Efendi bu suya, “suların padişahı”dır der. Vatan şairi Namık Kemal ise, İntibah adlı romanında cennete benzettiği Çamlıca’yı muhteşem güzelliğiyle över ve “Feyyaz-ı kudret (Allah’ın feyzi), âlemde abıhayat (ebedi hayat veren su) icadını irade etmiş olsaydı, o haysiyeti Çamlıca Suyu’na verirdi” diyerek suyu yüceltir.

Bundan başka “nadir, eşi bulunmaz” olarak da nitelenen bu şöhretli suyun kaynağı, Büyükçamlıca Tepesi’nin eteğinde, şimdilerde harabe halde bulunan Yusuf İzzeddin Efendi Köşkü’nün burnu dibinde ve Boğaz’a karşı duran bir mevkidedir. Sermet Muhtar’a göre, Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin intihar hadisesi sebebiyle uğursuzluğa kapılmamak için kimsecikler buraya adımını atmaz olmuş, hatta Kısıklı Çeşmesi’nin önündeki kahvelerin ağaç diplerinde de in cin top oynarmış.

II. Abdülhamit’in İçtiği ve Tavsiye Ettiği Taşdelen Suyu

II. Abdülhamid günlük olarak Taşdelen suyundan içer ve şifa verici olarak da bu suyu tavsiye ederdi. Tahttan indirildikten sonra Selanik’e sürgüne gönderilirken, Sirkeci İstasyonu’nda trene binmeden evvel bir bardak Taşdelen suyu istemiş, suyu getirene de otuz kuruş bahşiş vermişti.

Taşdelen suyu, İstanbul’un en meşhur kaynak sularının bulunduğu Alemdağı köyü etrafındaki ormanlık araziden çıkardı. Günümüzde kaynak Üsküdar-Şile yolu üzerinde bulunmaktadır. Su zeminden 2-3 metre aşağıda, merdivenle inilen bir çukurda, taştan iki olukla çift mecradan akardı. Taşı deldiği için adına “taşdelen” dendiği söylenmektedir. Çok tanınan bir su olup, kaynakları birkaç tanedir. Su bir galeri içerisinde paslanmaz borularla gelir, kirlenen suyun içilecek hale getirilmesi için de zaman zaman kaynak ve çevresindeki bataklıklar kurutularak ıslah edilirdi.

İstanbul’un İlk Bendi Karanlık Bent

II. Osman tarafından 1620 yılında yaptırılan Karanlık Bent, Kırkçeşme İsale Hattı’nda inşa edilen bentlerin en eskisi, dolayısıyla da İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için yapılan ilk benttir. Eski vakıf sular defterine göre, 1620 yılında, II. Osman (Genç) tarafından yaptırılan bent, II. Osman Bendi adıyla da anılmaktadır. Ayrıca, Osmanlı döneminde bendin yakınlarında Kömürcü adıyla bir köy bulunduğu için burası Kömürcü Bendi ismiyle de bilinmektedir. Diğerleri gibi bu bent de İstanbul’un içme suyunu arttırmak için inşa edilmişti. 17. Yüzyıl Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi bent için, “Teferrüçgâh-i (mesire) Sultan Osman Havuzu” demektedir ki, bu da bent ve çevresinin, günümüzde olduğu gibi o dönemde de eğlence ve gezinti yeri olduğunu göstermektedir.

Belgrad Ormanının Gözdesi Valide Bendi

Valide Bendi etrafını saran ağaçlar arasında bembeyaz mermer duvar ve kaplamalarıyla, yine mermer korkuluk ve payandalarıyla Belgrad Ormanı’ndaki bentlerin en güzelidir. Valide Bendi, Kâğıthane Deresi’nin kollarından Acıelma Deresi’nin kolu olan Arabacı Mandırası Deresi’nin üzerindedir. III. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan 1797’de Belgrad Ormanı’ndaki bu bendi yaptırarak, Taksim suyunun debisini günlük 1,196 metreküp artırmıştır. Özellikle Tophane’deki askeri tesislerin ve İstanbul’un artan su ihtiyacını karşılamak amacıyla yaptırılmıştır. Bentten, ikinci bir galeriyle Karanlık (Kırkçeşme suyu) ve II. Mahmud bentlerine de su verilmektedir.

Bent, Mimar Kirkor Amira Balyan tarafından henüz otuz iki yaşındayken tasarlanmıştır. Afife Batur’un tespitine
göre, sırtını gölete vermiş eğri eksenli durdurma duvarı ve şevli iki büyük payanda kulesiyle Valide Bendi’nin sade ve güçlü bir görünümü vardır. Plan olarak kırık hatlı olan bent, kâgir ağırlık bendi tipindedir.

İstanbul’un En Eski Su Kemeri Bozdoğan(Valens) Kemeri İstanbul’un en eski sukemerlerinden biri olan Bozdoğan Kemeri Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde yaklaşık 1500 yıl kentin su ihtiyacını karşılamıştır. Kemer, ihtişamlı görüntüsüyle âdeta suya ulaşma çabasının bir anıtıdır. Valens ya da Türkçedeki adıyla Bozdoğan Kemeri, geç Roma ve erken Bizans döneminden kalmadır. MS 375’te, Roma İmparatoru Valens tarafından, bazı kaynaklara göre de Hadrianus (2. yüzyıl) veya Büyük Konstantinos (4. yüzyıl) zamanında yapılan kemer, İstanbullular tarafından en çok tanınmış olanıdır. Zira kemer göz ardı edilemeyecek kadar görkemli duruşuyla, Saraçhane ve Unkapanı tarafından geçen herkese, kendini âdeta zorla seyrettirir. Bu hâkim konumu sebebiyledir ki, Moltke 1836’da yüzlerce cami ve kulenin yerin kemerin üzerinden tespit etmiştir.

Kemer, İstanbul’un üçüncü (Beyazıt) tepesiyle, dördüncü (Fatih) tepesi arasındaki derin vadiyi aşmak ve şehir dışından gelen ve Roma sarayı çevresine ulaşması gereken suyu nakledebilmek için inşa edilmişti. Ayrıca, Yerebatan Sarnıcı’nın suyu da bu kemerden gelmekteydi. 240 kilometrelik uzunluğa sahip olan bu isale hattı, Romalıların dünya üzerinde yaptıkları su yolları arasında en uzun olanıydı.

Dünya Su Mimarisinin Başyapıtı Mağlova Kemeri

Mimar Sinan’ın, mimarlık ve mühendislik şaheseri olan Mağlova Kemeri, dünya su mimarisinin de başyapıtlarından biridir. “Kemerlerin Süleymaniyesi” olarak da anılan bu Sinan eseri, Kemerburgaz’ın 4 kilometre kadar güneybatısında Alibey Deresi üzerinde yer almaktadır. Çok daha eski ve büyük kemerler olmasına rağmen, bu eser eşsiz güzelliği ve ihtişamıyla öne çıkmaktadır. Sinan’ın bu muhteşem ve Kazım Çeçen’e göre dünya su mimarisinin başyapıtı niteliğindeki eseri, diğerleriyle karşılaştırıldığında, gerçekten de “farklıyım” diyen bir görüntüye sahiptir. Kemer, Mimar Sinan’ın su yapıları içinde en abidevi, farklı, zarif ve şaheser olanıdır. Diğer yandan, Kırkçeşme İsale Hattı’ndaki su yapıları arasında da en önemlisidir. Zira, su yolunun ana galerisi, bu kemerin üzerinden Alibey Deresi’nin vadisini geçmektedir.

Taksim’in İsim Babası Olan Taksim Maksemi

Bulunduğu semte de ismini veren Taksim Maksemi, mevcutları içinde tahrip olmamış tek örnektir. Bazı binalar vardır ki, semte ve meşhur meydanlara ismini verirler. İşte bunlardan biri de Taksim’deki maksemdir. Maksem ve taksim kelimelerinin birbirlerine ne kadar benzedikleri aşikârdır.

İstanbul’un suriçi dışındaki kuzey ve batı kısımları nüfusça kalabalıklaşmaya başlayınca Galata, Beşiktaş, Beyoğlu, Boğaz kıyıları ve Kasımpaşa’da su kıtlığı ortaya çıkmıştır. 16. yüzyıldan itibaren inşa edilen isale hatları da zamanla ihtiyacı karşılamamıştır. 1730 yılında tahta çıkan I. Mahmud bu işe el atarak, 25 kilometre uzunluğunda bir isale hattı (Taksim suyu) ile bu suya ait depo, maksem ve dağıtım şebekesini yaptırmıştır(1732). Suyun geldiği yer ise, tahmin edileceği gibi, İstanbul’un ana su kaynağı olan Belgrad Ormanı’ydı.

Yaklaşık üç yüz yıllık olan bu eser, mevcutları içinde tahrip olmamış tek örnektir. Son zamanlarda restore edilen maksemin kapısı İstiklal Caddesi’ne bakmaktadır. Rezan Çelebi’nin verdiği bilgilere göre, sekiz köşeli küfeki taşından gövdesi olan maksemin çatısı da sekizgen piramidal şeklindedir.

Binanın duvarları ve kubbesi klasik Türk nakışlarıyla süslü olup, zemin ve duvarların bir kısmı beyaz mermerle kaplıdır. Eserin dört penceresi, kapının yanında klasik Türk üslubunda çifte kuş köşkleri ve toplam yirmi dört lülesi (boru) vardır. Bu lülelerden Beyoğlu, Galata, Fındıklı, Tophane ve Kasımpaşa’ya günde yaklaşık 2.132 metreküp su veriliyordu. İçinde mermer bir sedir ve su tası koyma yerleri de bulunmaktadır. Bu da, dağıtım merkezinin zarif bir dinlenme yeri olarak da düşünüldüğünü göstermektedir. İki katlı maksemin giriş kapısının üzerinde, ebced hesabıyla 1732 yılına denk düşen bir kitabesi bulunmakta, binanın hemen sağ bitişiğinde ise I. Mahmud Çeşmesi yer almaktadır.

Topkapı Sarayı Su Terazisi

Topkapı Sarayı’nın dış avlusunda, Bab-ı Hümayun ile Ortakapı duvarı üzerinde bulunmaktadır. Eser, Topkapı Sarayı’nın birinci avlusuna girip Aya İrini’yi solda bıraktıktan sonra sağa bakıldığında, ağaçlar arasında görülmektedir. İlk bakışta kare planlı basit bir kuleye benzediğinden, eserin su terazisi olup olmadığı kolay kolay anlaşılmamaktadır. Genel görünüş itibariyle de diğer su terazilerinden hayli farklıdır.

Beylik suyolunun üzerinde yer alan terazi, yaklaşık 10 metre yüksekliğinde, kenarları ise üçer metre ebadında kare şekillidir. En dipten en üst e kadar boyutları değişmeyen yapı iki sıra tuğla, bir sıra taş örgüsüyle inşa edilmiştir. Terazinin tepe kısmına yakın yerinde, parmaklıklı küçük pencereler bulunmaktadır. Terazinin önünde de bitişik olarak suyu akmayan bir çeşme mevcuttur.

Bizans’ın Gizemli Yüzü Yerebatan Sarnıcı

Binbirdirek Sarnıcı’ndan yaklaşık üç kat daha büyük olan Yerebatan Sarnıcı, Bizans döneminde sadece sarayın değil, şehrin de su ihtiyacını büyük ölçüde karşılıyordu. Bulunduğu mevki itibariyle gerçekten de “yere batan” sütun ve başlıklarının hayli süslü olmasından dolayı da “saray” olan bu sarnıç, üstü kapalı olanlar içinde en ihtişamlı ve büyük olanıdır. Sultanahmet’te, ismini verdiği Yerebatan Caddesi’nden girilen bu eski su haznesi, Ayasofya’nın yakınındaki revaklı Ticaret Bazilikası’ndan (Basilica Stoa) dolayı kaynaklarda “Bazilika Sarnıcı” diye de anılmaktadır.

Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı’nın da içinde bulunduğu bu bölge Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde idari ve siyasi merkez konumundaydı. Sarnıcın yapımına, 4. yüzyılda I. Konstantinos zamanında başlanmıştır. Ancak, yaklaşık iki asır sonra sarnıç yeniden inşa edilerek genişletilmiştir. 6. yüzyılın ilk yarısında (MS 540’lar) I. İustianos tarafından, öncelikle Bizans sarayının ihtiyacını karşılamak ve İstanbul kuşatmalarında sıkıntı yaşamamak üzere inşası tamamlanan sarnıç, 140×70 metre büyüklüğünde dikdörtgen bir alanı kaplamaktadır. Kayalık arazi oyularak yapılan bu sarnıç sadece sarayın değil, şehrin de su ihtiyacını büyük ölçüde karşılıyordu. Sarnıcın suyu ise, Valens (Bozdoğan) ve Mağlova kemerleri vasıtasıyla, 19 kilometre mesafedeki Belgrad Ormanı’ndan geliyordu. Sarnıca, Ayasofya Maksemi’nden bir galeriyle de su verilmekteydi.

Hz. Meryem’e İthaf Edilen 2000 Yıllık Balıklı Ayazması

İki bin yıldır akan suyuyla İstanbul’un en şöhretlisi olan Balıklı Ayazması, Osmanlı padişahlarınca da himaye edilmiştir. Bazı mucizevi türden rivayetlere rağmen “Balıklı” adını, belli ki ayazma suyunda kendiliğinden bulunan balıklardan almıştır. İstanbul’daki ayazmaların en meşhuru olup, Yedikule dışında, Silivri Kapısı’ndan iki yüz metre mesafede ve aynı adı taşıyan cadde üzerindedir. Varlığı pagan dönemine kadar uzanan ve Hz. Meryem’e ithaf edilip onun şifa veren kudretini temsil eden ayazma, Balıklı Manastırı’nın içinde yer almaktadır. Şu anki kilise ve manastır ise oldukça yenidir. Osmanlı dönemine ait mezarların bulunduğu bahçe ise, oldukça bakımlı ve düzenli oluşuyla dikkat çekmektedir. Burada, Osmanlı döneminde kiliseye mensup önemli kişilerin mezarları bulunmaktadır. Önceleri mesire yeri, ormanlık ve av alanı olan bu bölgedeki arazi, kilise ve ayazmanın yapılmasından sonra daha da önem kazanmıştır.

Ayazma, daha sonra kendisinin de sıkça gösterdiği rivayet edilen türden bir mucizeyle bulunmuştu. Nitekim, I. Leon’u (Katil Leon) Bizans tahtına götüren hikâyede ayazmanın kuruluşu da anlatılmaktadır: Gençliğinde çok fakir olan Leon, ilahi bir sesin yönlendirmesiyle bir su kaynağı bularak kör bir ihtiyara yardım eder. İlahi sese göre, içilen su sayesinde kör ihtiyar görecek ve Leon da imparator olacaktır. Hikâye bu ya, öyle de olmuştur. İhtiyarın gözleri gördükten sonra, önce general olan Leon sonra da ihtilal neticesinde 457 yılında imparator olunca, kendisine bu talihi getiren su kaynağını unutmaz. Minnet borcu olarak da burada bir ayazma yaptırıp Panayia’nın (Meryem Ana) adına ithaf eder. Hz. Meryem’e adanan hemen hemen tüm kilise ve manastırlarda bir ayazma bulunur. Ayazmanın ilk ve asıl adı ise, Zoodokhos Pighi (hayat veren kaynak)’dir. Hovhanesyan’a göre, Meryem Ana’nın mahlasının da Hrisopiyi (altın çeşme) olması bu ismi teyit etmektedir. Ancak burasının putperestlik devrinden kalma bir hastaneibadethane olma ihtimali de vardır.

Bu Haberi Paylaşın