Doç. Dr. Burcu YAKUT ÇAKAR
Bağımsız Araştırmacı
“Hep ev, hep ev olmaz… Park olsa çocuklar oynarken biz de komşularla sosyalleşebiliriz. Ben işe girdikten sonra farkına vardım… eksiklerin olduğunu anladım… Burada yaşıyorsak düzgün bir yaşam istiyoruz” (Kars, Kadın5-2, Evli)
“Kursa gidemem, saatleri uymuyor, oğlan öğlen okuldan eve yemeğe geliyor” (Nevşehir, Kadın3-5, Boşanmış)
“Peyzaj konusunda hatalar var. Kaldırımlarda yürünemiyor. Yaşlılar büyük kaldırım üstü tabelalara takılıp düşebiliyor. Vergi verdiğimiz halde hizmetlerin kalitesizleşmesine sinir oluyoruz” (İzmir, Kadın2-7, Evli)
“Belediyenin bize faydaları var ama kullanamıyoruz. Bizi dışarı bırakmazlar, evli olsak da bırakmazlar. Kadın destek merkezine gitmek istedim ama evden izin vermediler” (Şanlıurfa, Kadın1-4, Bekâr)
Yukarıdaki sözler Türkiye’nin farklı bölgelerinden, Birleşmiş Milletler Ortak Programı (BMOP) kapsamında 2006 yılından itibaren “Kadın Dostu Kent” olma taahhüdünde bulunmuş kentlerde yaşayan, farklı yaş grubu ve sosyo-ekonomik statüden kadına ait. Sözü geçen bu ortak program dâhilinde “…kadın dostu kentler, kentin sunduğu ekonomik, sosyal ve siyasi fırsatlardan kentte yaşayan herkesin eşit biçimde yararlanacağı kentler” olarak tanımlanıyor[2] ve taahhütname çerçevesinde proje kapsamındaki kentlerin yerel yöneticileri (valiler ve belediye başkanları) tarafından bu eşitliğin tesis edilmesine dair idari, kurumsal ve politika düzeyinde bir dizi yükümlülük imza altına alınıyor[3]. “Kadınsız Kentler” kitabımıza konu olan araştırmamızda[4] “bütçeleri[mizi] ‘toplumsal cinsiyete duyarlılık’ ilkesini göz önünde bulundurarak hazırlama” yükümlülüğüne odaklanarak, kamu politikasının bütçe ile bağlantısı üzerinden yerel yönetimler tarafından sunulan hizmet ve politikalar çerçevesinde, somut olarak Kadın Dostu Kent (KDK) taahhüdünde bulunmanın yarattığı muhtemel farkları, sınırlı biçimde toplumsal cinsiyet dirliği açısından ortaya çıkarmayı amaçladık. Burada beklentimiz, bu taahhütte bulunan kentlerin toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda benzer taahhütte bulunmamış kentlere kıyasla daha önde – hatta öncü – olması yönünde idi. Bu bağlamda KDK projesi kapsamında olan kentler arasından coğrafi çeşitliliği yansıtacak biçimde Kars, Samsun, Şanlıurfa, Nevşehir, İzmir’i seçtik; bu kentlerle eşlediğimiz karşılaştırma grubunu ise BMOP kapsamında olmayan ama sosyo-ekonomik açıdan benzerliğinin yüksek olduğu varsayımıyla komşu kentlerden (sırasıyla Erzurum, Ordu, Diyarbakır, Kayseri, Manisa) oluşturduk. Hem sahada veri toplarken, hem de verileri analiz ederken ikili karşılaştırma yaparak bölgesel yakınlığın toplumsal ve iktisadi yapılar açısından varsaydığımız benzerlikleri kadar özgüllüklerini yansıtmaya çalıştık.
Kamu politikaları, toplumsal cinsiyet açısından “nötr” müdahaleler değil – nitekim, bu politikalar mevcut eşitsizlikleri derinleştirir ya da bu eşitsizlikleri giderici etkide bulunur. Kamu politikalarının tasarımından uygulamasına her aşamada cinsiyete duyarlı bir yaklaşım çerçevesinde bütünlüklü biçimde kurgulanması toplumsal cinsiyetin anaakımlaştırılması, politika taahhütlerinin ve çıktılarının izlenmesi ise eşitlik denetimi ya da toplumsal cinsiyet denetimi olarak nitelendirilir. Bu çerçevede kamusal kaynak dağılımlarının yansıması olarak bütçeler bu denetim için önemli araçlar olarak ortaya çıkıyor, çünkü bütçeler politika ve uygulamalar için ayrılan (ve ayrılmayan) kaynaklar üzerinden ayrımcılığın/eşitsizliğin izini sürebilmeye ve gerekli ise uygun müdahaleyi tasarlamaya olanak sağlıyor. Kitabımıza konu olan araştırmamızda da toplumsal cinsiyet perspektifinden politika, hizmet ve uygulamaların değerlendirilmesi için Dirlik Temelli Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme (DTCDB) yöntemini Türkiye özelinde uyarlayan bir yöntem uyguladık. Dolayısıyla bu çalışmanın hem dünya hem de Türkiye yazınına özgün katkısını belediye bütçelerinin toplumsal cinsiyet perspektifi ile kadınların yapabilirlikleri bağlamında dökümünün yapılması, böylece belediye harcamaları üzerinden kentte yaşayanların yapabilirliklerinin analiz edilebilmesi olarak özetlemek mümkün. Yapabilirlikler yaklaşımını temel alan bu yöntem ile bireysel ve kolektif dirliğin sağlanmasında etkili olan kadın bireylerin toplumsal refaha katkıları açısından üstlendikleri kilit rolün önceliğini vurguluyoruz. Nitekim kadınlar, hem sunulan hizmetlerin yararlanıcıları olarak, hem de hane içi üretim ve bakım emeği yoluyla da hanedeki tüm bireylerin refahına sundukları katkı bağlamında kolektif dirliğin sağlanmasında etkin.
Kitaba konu olan araştırmamızın masa başı çalışması kapsamında örneklemdeki on kent için öncelikle stratejik planlar, yerel eşitlik eylem planları gibi politika belgelerini toplumsal cinsiyet denetimine tabi tuttuk. Bununla birlikte, kuramsal yaklaşımımız çerçevesinde on temel yapabilirlik tanımladık, sıraladık ve belediye fonksiyonları ile eşleştirerek örneklemimizde yer alan on belediyenin performans programlarını gözden geçirdik. Bu yapabilirlikler sırasıyla güvenli ve yeterli yaşam alanına erişim, yeterli hareketliliğe ve çevresel planlamaya erişim, boş zaman ve spor etkinliklerine erişim, bakım hizmetlerine erişim, toplumsal ve siyasal katılım, ücretli istihdama erişim, parasal gelire erişim, sağlığa erişim, eğitim ve öğrenime erişim ve şiddetsiz bir yaşama erişim şeklinde tanımlandı. O yılın bütçe taahhüdü olan performans programlarında yer alan her bir harcama kalemini kullanarak, hem bu on yapabilirlik ile ilişkileri, hem de belediye fonksiyon ve organizasyon yapısıyla bağlantıları açısından inşa ettiğimiz çoklu bir matris yöntemi ile bütçe kaynaklarının toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin giderilmesi lehine ne oranda ayrıldığını anlamaya çalıştık. Saha çalışmasında ise belediyelerde ilgili birimlerdeki uzmanlar ve yöneticiler ile yapılan görüşmelerle hizmet sunanların perspektifini irdelemeye odaklandık. Bunun yanında, çeşitli hizmet birimlerinde (örneğin meslek edindirme kursları, mahalle evleri vb.) ve mahallelerde görüştüğümüz kadınlarla da hizmetlerden yararlananların değerlendirme ve beklentilerinin izini sürmeye uğraştık.
Sahada veri toplama sürecinde ve sonrasında derlediğimiz verileri analiz ederken ikili karşılaştırmaları ön planda tuttuk – bu şekilde bölgesel yakınlığın başta varsaydığımız toplumsal ve iktisadi yapılar açısından benzerlikleri kadar özgül yanlarını da yansıtabilmeye çalıştık. Burada özellikle altını çizmeyi önemli gördüğümüz husus kentlerde kadınların dirliğinin çok katmanlı bir niteliğe sahip olması. Bundan dolayı kentleri analize tabi tutarken her bir boyuta tek tek bakmak ve kentin özgün koşulları çerçevesinde bir profil çıkarmanın daha anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca, sadece kadın odaklı faaliyet ve hizmetlere değil, toplumun ve tabii ki kadınların da yaşam koşullarını iyileştirecek tüm faaliyetleri sınıflandırmaya çalıştığımızın altını çiziyoruz. Biraz genelleştirme pahasına da olsa, kentlerdeki duruma dair kadınların yapabilirlikleri ile doğrudan ve dolaylı ilişkilendirdiğimiz harcamaların bütçe içindeki paylarını şu şekilde özetlemek mümkün: Kars (yüzde 62), Erzurum (yüzde 42), Şanlıurfa (yüzde 37), Diyarbakır (yüzde 37), Nevşehir (yüzde 28), Kayseri (yüzde 67), İzmir (yüzde 53), Manisa (yüzde 42), Ordu (yüzde 50). Bu payları biraz dikkatli değerlendirmek gerekiyor, çünkü araştırma kapsamında incelediğimiz kentlerin tümünde bu harcamaların da kabaca yüzde 80 ila 90’ını altyapı ve ulaşım harcamalarından oluştuğunu tespit ettik. Öte yandan, bu kentlerde kadınlarla doğrudan ilişkilendirilebilen istihdam, bakım hizmetleri, katılım, şiddetsiz yaşam, toplumsal cinsiyet anaakımlaştırması faaliyetlerine ayrılan toplam kaynağın bütçe payının yüzde 1’den az olduğunu görüyoruz. Kent ikilileri üzerinden baktığımızda başlıca bulgularımızı şu şekilde özetleyebiliriz:
Araştırmamız kapsamında incelediğimiz kentlerdeki eşitsizliklere genel olarak baktığımızda, toplumsal yapı, cinsiyet ilişkileri ve normları, siyasi yapılanma gibi yapısal unsurların kadınların dirliği açısından belirleyici nitelikte olduğunu görüyoruz. Özellikle, belediyelerin politika ve hizmet planlama sürecinde harcama alanlarını belirler ve sıralarken, kentin altyapı ihtiyacının öncelikli olarak addedilmesi, belediyenin politik konumu, kentteki muhafazakâr ve ataerkil yapının etkisi gibi farklı unsurların etkisi önem kazanıyor. Öte yandan, politika ve programların yararlanıcıları olan kentli yurttaşların ve özellikle de kadın yurttaşların hizmetlere ilişkin ihtiyaç, beklenti, talep ve değerlendirmelerinin sistematik olarak cinsiyete duyarlı politika üretim sürecinin parçası olmalarının da çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu açıdan yerelde kadınların aktif katılımını sağlayan (örneğin kent konseylerinin kadın meclisleri gibi) mekanizmaların mevcut olmadığı yerlerde kurulması, hâlihazırda bulunduğu yerlerde ise güçlendirilmesini ve etkin biçimde işlerliğinin sağlanmasını öneriyoruz. Dahası, cinsiyete duyarlı veri ve göstergelerin türetilerek hizmet ve politikaların toplumun farklı kesimleri açısından etki ve sonuçlarının değerlendirilmesi gerekiyor. Nihayetinde, araştırmamız kapsamında incelediğimiz belediyelerde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık söz konusu olduğunda bunun politika tasarımına da bir biçimde yansıdığını gördük. Bunun yanında, hizmet alanların taleplerinin karşılanmasının bütçe bileşiminin de dönüşmesiyle sağlanacağının aşikâr olduğunu düşünüyoruz. Bu şekilde kentlerde tüm yurttaşlar için daha özgür, eşitlikçi ve kaliteli bir yaşamın sunulabilmesinin mümkün olabileceğine inanıyoruz.
Kaynaklar
[1] Günlük-Şenesen, G., Yücel, Y., Yakar Önal, A., Ergüneş, N. ve Yakut-Çakar, B. (2017) Kadınsız Kentler: Toplumsal Cinsiyet Açısından Belediyelerin Politika ve Bütçeleri. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
[2] http://www.kadindostukentler.org/kdk-kadin-dostu-kent.php (son erişim 04.01.2018).
[3] Bu yükümlülükler şu şekilde ifade edilmektedir: “1. İllerimizde yerel paydaşların katılımıyla İl Kadın Hakları Koordinasyon Kurulu’nu oluşturmayı, 2. Belediye ve İl Genel Meclislerimizde Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu’nu kurmayı, 3. Belediye ve Valiliklerimizde Kadın-Erkek Eşitlik Birimi kurmayı, 4. İllerimizin Yerel Eşitlik Eylem Planları’nı yerel paydaşlarımız (yerel kamu kurumları, yerel yönetimler, kadın örgütleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları) ile birlikte hazırlamayı ve uygulanmasını takip etmeyi, 5. Bütçelerimizi “toplumsal cinsiyete duyarlılık” ilkesini göz önünde bulundurarak hazırlamayı, 6. Kadın örgütleri ile kadın ve kız çocuklarının konumlarını güçlendirme konusunda işbirliği yapmayı, 7. Kadın-Erkek Eşitliği konusunda toplumu bilgilendirici çalışmalar yürütmeyi, 8. Proje kapsamında düzenlenecek faaliyetleri desteklemeyi, bu çerçevede sahip olduğumuz her türlü fiziki ve sosyal donatıların proje kapsamında kullanılması ve bunların organize edilmesinde personele gerekli kolaylığı sağlamayı görev addederek KADIN DOSTU KENT olmayı taahhüt ediyoruz.”
Kaynak: http://www.kadindostukentler.org/content/docs/taahhutname.pdf (son erişim 03.01.2018).
[4] TÜBİTAK Sosyal Bilimler Araştırma Grubu (SOBAG) tarafından desteklenen 15 aylık bu araştırma projesi 2013-2014 döneminde yürütüldü. Proje ekibinde benimle birlikte bu sayının diğer yazarlarından Prof. Dr. Gülay Günlük Şenesen, Doç. Dr. Yelda Yücel, Doç. Dr. Ayşegül Yakar Önal ve Doç. Dr. Nuray Ergüneş araştırmacı olarak, Prof. Dr. Şemsa Özar proje danışmanı olarak, genç arkadaşlarımız Ar. Gör. İpek Gümüşcan ve Ar. Gör. Mustafa Kahveci de bursiyer olarak yer aldı.