Doç. Dr. Meltem ERDEM KAYA
İTÜ Mimarlık Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Öğretim Üyesi
Son 50 yıl içerisinde peyzaj mimarlığı alanında gözlemlenen gelişimler bir yandan meslek pratiğini çok daha zengin bir içerik üzerinden tanımlayan proje üretme biçimlerini gündeme getirirken, diğer yandan disiplinin tasarım ajandasındaki yerini ve temsilini günlendirmektedir. Değişen kentsel yaşam pratikleri ve yapım biçimleri paralelinde peyzaj mimarlığı, ölçekler arası geçişleri besleyen, çok sesli, çok katmanlı ve bilimsel temelleri yaratıcı düşünce ile birleştiren bir alan olmasının ötesinde bir düşünme biçimi olarak dönüşmektedir.
Kent parkları, peyzaj mimarlığı alanının önemli konularından biri olması ile birlikte günümüzde disiplinlerarası tasarım alanının da etkin bir uygulama alanı olarak dönüşmüştür. Özellikle 21. yy kent kurgusu içerisinde kent parkı planlama ve tasarımına yönelik de farklı duruşlardan ve bakış açılarından bahsetmek mümkündür. En genel anlamda kent parkları; barındırdığı işlevler ile kentlinin rekreasyonel ihtiyaçlarına cevap veren, kentli ve doğa buluşmalarını farklı içerikler üzerinden kurgulayan bir yeşil alan kullanım biçimidir. Park, bir başka deyişle doğanın kent içindeki taklidi ve temsili olarak kamunun algısında yer etmiştir. Nitekim, 19. yy’ın ortalarında kamunun kullanımına açılan ilk kent parkı olarak kabul edilen, İngiltere Wirral’da yer alan Birkenhead parkı, barındırdığı zengin doğal içerik ve donatılar ile birlikte kentlinin rekreasyonel ihtiyaçlarına cevap vermek üzere kurgulanmış bir doğa parçası olarak streotipik park imajının ilk örneğini oluşturur. Kent içerisinde büyük doğal alanlar oluşturma çabaları Frederick Law Olmstead’ın Amerika kıtasında gerçekleştirdiği park sistemlerinin de temel yaklaşım biçimi olmuştur. Özellikle Boston şehri için önerilen Emerald Necklace Projesi, park kavramını birbiri ile ilişkili bir sistem dahilinde kent kurgusuna entegre eden, çok-işlevli yapısı ile yeşil altyapı olarak hizmet eden, bütüncül bir yaklaşımın ilk örneklerini oluşturmaktadır (İmaj 1). Öte yandan kent gridi içerisindeki konumu, ölçeği ve parkın kentle olan ilişkisini tanımlayan ayrıştırılmış sirkülasyon sistemi ile Manhattan New York’da yer alan Central Park, oluşturduğu imaj itibari ile kent ve doğa diyalektiğinin en güçlü temsilcilerinden biri olmasının yanı sıra kent için üstlendiği ekolojik, ekonomik, sosyal, kültürel roller ile birlikte kentin önemli bir kimlik bileşeni olarak gelişmiştir (Czerniak, 2007) (İmaj 2, 3).
Yüzyıllar boyunca park ve kent ilişkisi rekreasyon odaklı bir kullanım üzerinden anlaşılmaya çalışılmıştır. Parklar bir bakıma kent hayatının yoğun ve hızlı temposunun yavaşladığı sakin ortamlar olarak değerlendirilmiştir. Ancak, son 50 yıl içerisinde kentleşme süreci ile birlikte ortaya çıkan yeni koşullar, kent parkı tasarımlarının da içerik, proje üreteme biçimi, yöntemleri ve tasarım yaklaşımlarında da değişimleri beraberinde getirmiştir. Özellikle post-endüstriyel dönüşüm süreci söz konusu değişimlerin önemli bir katalizörü olarak düşünülebilir. Pratikte kent içerisinde veya çeperlerinde yer alan işlevini yitirmiş endüstriyel alanların kent parkına dönüşümü ile bu alanlar sosyal, ekolojik, ekonomik ve fiziksel açıdan kente yeniden entegre olmaktadır. Bu kapsamda park, post-endüstriyel dönüşümün sonuç ürünü veya çevresel ıslahın temsili haline gelmiştir.
Söz konusu post-endüstriyel tasarımlar bir yandan sterotipik par
Paylaş
