Sara RASOULİ
Yüksek Mimar - Kent Tasarımcısı (İTÜ)Gelişmekte olan ülkelerde ulusal ve yerel yönetimlerin gündemlerine alınan kentsel tarım, Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’da uzun yıllardan beri desteklenerek çeşitli uygulama ve araştırmalara konu olmaktadır. Günümüz koşulları nedeniyle kentsel tarımın yeni bir anlayışla ele alınması kaçınılmaz görünürken, hangi yöntemler ile ve ne ölçüde kentlerle yeniden bütünleştirilmesi sorusu yapılmakta olan araştırmalarda tartışılmaktadır.Tarih boyu medeniyetlere bakıldığında, kentsel tarımın yüzyıllarca kentler ile bütünleşmiş bir biçimde uygulandığı, hatta ilk şehirlerin tarımdan gelen üretim fazlası ve pazar ekonomisinden dolayı ortaya çıktığı görülmektedir. Sanayileşme, kent içi arazi değerinin artması ve tarımın ekonomik olarak düşük gelir sağlaması, kent içi ve kent merkezlerinde bulunan arazilerin daha yüksek ekonomik getirisi olan faaliyetlere tahsis edilmesine sebep olmuştur. Sonuç olarak tarımsal arazı günümüzde kent çeperlerine ve hatta yüzlerce kilometre uzaklıkta olan alanlara yerleşerek, kent merkezlerinde yaşayanların sağlıklı ve taze besinlere erişimini zorlaştırmakta, ekonomik olarak da yüksek maliyet taşımaktadır. Bugün metropollerde yaşayan düşük gelirli aileler ise sağlıklı beslenmekten mahrum kalmış olarak, çevresel ve fiziksel açıdan düşük standartlar taşıyan ortamlarda yaşamaktadırlar.20. yüzyıldan itibaren tarım kentlerde kaybolmaya başlamış ve küçük tarımsal faaliyetler kentliler tarafından göz ardı edilerek kent dışına taşınmıştır. Metropoliten alanların en yoğun bölgelerinde bile çok sayıda kentsel tarım faaliyetleri için potansiyel alanların bulunmasına rağmen, taze besinlerin yüzlerce ve hatta binlerce kilometre yol kat ederek tüketicilere ulaşması, tazeliği, aroma ve besin değerinin yitirilmesine sebep olmaktadır.Gıda erişilebilirliği insan yerleşiminde her zaman en önemli etkenlerden biri olmuştur ve bundan dolayı gıda kaynakları ilkel yerleşimlerde kentsel yapıyla doğrudan bağlantılı olarak yer almıştır. Endüstriyel gelişmeler, tarım ticareti, ucuz taşımacılık ve gıda koruma teknolojilerinin ortaya çıkmasıyla birlikte tarımsal arazi ve pazarlar arasındaki mesafe hız ile artarak bugün mevcut yapılaşmış çevrenin biçiminden dolayı, gıda üretim sistemlerine kentsel alan içinde yer verilmemektedir (Gorgolewski ve diğerleri, 2011).Gıda üretimi konusu tarih boyunca öncü modernist plancı ve teorisyenler tarafından sorgulanmıştır. Bu soruna ilk olarak dikkat çeken yaklaşım ise Ebenezer Howard’ın Bahçeşehir teorisi olmuştur. Howard’ın tüm şehir önerilerinde arazinin 5/6’i tarımsal faaliyetlere ayrılmıştır (Howard, 1965). Howard’ın ideal kenti, 1902 yılında yayınladığı “Garden Cities of To-Morrow” kitabında ve ayrıca çizdiği diyagramlarda ortaya çıkmaktadır. Howard genellikle şehir ve tarımın karışımından oluşan bir kenti ideal kent olarak göstermiştir. Kent ve tarım arasındaki ilişki Howard gibi 20. yüzyılın başlarında öncül bir teorisyen olan Patrick Geddes’in çalışmalarının da temel fikrini oluşturmuştur. Geddes’in arazi kullanım kesiti kavramı (transect), üretim alanları ve şehir merkezlerinin ilişkisine açıklık getirmek amacıyla ortaya çıkmıştır (Geddes, 1915).Genel olarak tarımın önemi, birinci ve ikinci dünya savaşları süresince teorisyen, tasarımcı ve plancılar tarafından vurgulanmıştır. Tamamen farklı bir yaklaşımı olan Frank Lloyd Wright, tarımı düşük yoğunluğa sahip Broadacre City’de kent ile bütünleştirmiştir (Wright, 1958). Benzer bir biçimde Le Corbusier 1922 yılında Contemporary City önerisinde kenti üç farklı gıda üretim alanına bölmüş ve arazinin yönetim ve kontrolü için bir model önerisinde bulunmuştur (Le Corbusier, 1987).İkinci dünya savaşı sırasında çeşitli ülkelerde kentsel mekanların üretim alanlarına dönüşmesiyle birlikte, gıda üretiminde yeterlilik ve sürekliliğin sağlanması için planlamaya dayalı bir sistemin gerektiği, yönetimler ve halk tarafından benimsenmiştir. “Potager” veyaPaylaş