Emir DRAHŞAN
Mimar, Plancı, Çiftçi
Günümüzde özellikle büyük şehirlerde yaşamakta olan kentlilerin -kimileri tarafından bir moda gibi de algılanmakta olan- kırsala göç hayali aslında insanın oldukça basit bir içgüdüsünden kaynaklanmakta: Hayatta kalma arzusu. Bu yazımda öncelikle bu konuyu inceleyip ardından üç yıl önce hayata geçirmeye başladığımız Kandıra kırsalındaki Kurtyeri ekokyü projemizden detaylı olarak bahsedeceğim.
2020 yılına yeni girdiğimiz şu günlerde medyada sıkça konuşulan bir konu iklim değişikliği. Özellikle Greta Thunberg ile başlayan ve tüm dünyaya yayılan genç nüfusun oldukça etkin rol aldığı iklim grevleri ve Avustralya’da bir türlü önüne geçilemeyen yangınların da iklim değişikliğine bağlanması ile gelecek yıllardaki en önemli konulardan biri olmaya devam edeceğini öngörmek yanlış olmaz. Bununla beraber gezegen yüzeyinde meydana gelen tüm felaketleri de iklim değişikliği ile açıklamaz akıl dışı olacaktır. Sorunların daha derinlerine inerek insanlık olarak yaşamakta olduğumuz bu zor zamanların arkasında yatak nedenleri açıklamaya çalıştığımızda yüzleşmekten kaçtığımız çok ciddi tehlikelerle karşılaşıyoruz. Günümüzde insan sağlığı için en büyük tehlike kirlenmedir. Hava, su ve toprak kirlendiğinde yaşamak için direkt bunlara bağımlı olan insan da doğal olarak sağlık problemleri ile karşılaşmakta. Her nekadar tıp ve teknoloji ilerlemeye devam etse de gezegeni kirletme hızımız ile yarışması mümkün değil. Kaldı ki tıbbın çözüm bulmak için harcadığı kaynağın aslan payı yine çevresel kirlenmeden kaynaklı (psikiyatri alanında da toplumsal kirlenme kökenli) hastalıkları iyileştirmek üzere kullanılmakta. Sanayinin yanında özellikle su ve toprak kirliğini ele aldığımızda fark ediyoruz ki konvansiyonel tarım ve hayvancılık kadar yıkıcı birşey daha yok. Özellikle kullanılan pestisitler, monokültür ve genetiği değiştirilmiş tohumlar insan ve yaşayan tüm canlılar için tehlike arz etmekteler. Gezegen üzerinde milyonlarca yıl içinde oluşmuş ekosistemin denge ve onarım merkezi olan ormanlarımız da özellikle konvansiyonel tarım için büyük bir hızla yok edilmekteler. Ormansızlaşmayı takiben yoğun sürdürülemez tarım faaliyetleri dolayısıyla da büyük oranlarda sağlıklı topraklarımızı kaybetmekteyız. Sular, Ormanlar ve topraklarla beraber birçok canlının habitatını da hakkımız olmadan yok ediyoruz. Ki bu canlılardan bazılarının varlığı biz insanların varlığını sürdürebilmesi için de çok kritik.
Böyle bir çevrede insan denen canlı türünün hayatta kalması bir süre daha mümkün gibi zannedilse de gerçekte orta ve uzun vadede kendi kendimizi yok etmekte olduğumuz gerçeği ile yüzleşmek zorundayız. Gerekli adımları atarak üretme ve kullanma yöntem ve teknolojilerimii akılcı ve sürdürülebilir politikalar perspektifinden yeniden değerlendirmez ve değiştirmez isek gezegen var olmaya insan türünü geçmişine gömerek devam edecektir. Dolayısı ile eğer bu gezegendeki varlığımızda israrcı olmak istiyorsak ve politika yapıcılar ve kapitali ellerinde bulundurandan da bir şey beklemenin anlamsız olacağı gerçeğini idrak etmiş isek geriye tek bir seçenek kalıyor. Kendi hayatta kalma ve geçiş stratejilerimizi oluşturmak ve adım adım hayata geçirmek.
Bu noktada yapma pratikleri gelişmiş insanlar olarak mimar, tasarımcı, mühendislik mesleklerinden gelen kişilerin üretici ve yaratıcı güçlerini ekolojik hassasiyetlerle harekete geçirerek değişim için itici/lokomotif güç olmaları temennimiz. Mimar imar eden kişi demektir. İmar kelimesinin kökeni “umran”, canlandırmak, şenlendirmek anlamına gelmektedir. Bu noktada mimar geniş perspektiften bakıldığında canlı, yaşayan, şenlendiren yerler, sistemler tasarlayan kişidir.
Bu motivasyonla yaklaşık 5 sene önce Kocaeli ilinin Kandıra ilçesinde Kurtyeri köyünde 25 dönüm kadar bir arazi satın aldık. Bölgede sık görüldüğü üzere mirasla araziler küçük ve çok hisseli. Araziyi 5 parça şeklinde aldık ve birleştime yaptık. Kandıra’yı da 2010 yılında Narköy’ün mimari projelerini yaparken keşfettik ve bölgeyi çok sevdik. Narköy Organik Tarım Çiftliği ve Ekolojik Eğitim Oteli çok ilginç bir proje çünkü şehir insanına tarımsal üretimi, doğal tarımı deneyimleme fırsatı yaratıyor ve aynı anda hem üretim hem tüketim tarafında bulunuyorsunuz. Biz de bu projede sadece mimari ekip olarak yer almakla kalmadık projenin her safhasında bulunduk, yatırımcıyla beraber fikirler geliştirdik. Tasarımı da elimiz toprağa değecek şekilde yerinde gerçekleştirdik. Bu süreçte de tarım, üretim, toprak, hayvancılık, kırsal kalkınma, sosyal sorumluluk gibi konularda çok şey öğrendik.
Araziyi satın aldıktan sonra 2 yıl boyunca arazideki döngüleri gözlemledik ve olasılıkları değerlendirdik. Akabinde bu yerle ilgili bir ekoköy hayali ortaya çıktı. 8 paydaşlı bir sistem düşündük. Amacımız ekolojik tarım ve hayvancılık teknikleri kullanarak kendi ihtiyacımız olan yiyeceği üretmek ve mümkün olduğunca kendi kendine yeten bağımsız bir sistem kurmaktı.
Bu bağlamda kendi enerjimizi de kendimiz üretiyoruz. Elektrik enerjisini güneş panellerinden ve rüzgar tribününden sağlıyoruz. Her köy paydaşının haftasonu kalabileceği, büyüklükleri 55 ila 65 m2 arasında değişen evleri var. Bu evlerin sıcak suyu yazın güneş panellerinden kışın ise katı yakıt sobasıyla elde ediliyor. Bu sobalar hem kaloriferleri ısıtıyor hem de sıcak su kullanımına cevap veriyor. Kendim için tasarladığım evde tek bir sobayla ısınıyoruz örneğin. Yapının içinde farklı kotlar var ve tümüyle kara düzenle ısınıyoruz: Sıcak hava yükseldikçe kotların zeminini ısıtıyor, soba borusu da yukarı çıkarken su haznesinin içinden geçerek suyun ısınmasını sağlıyor. Diğer evlerde soğutma için pervaneler yer alıyor ama burada tümüyle ısınan havanın yükselmesi ilkesine dayalı olarak en üst kotta açılan pencere ile doğal havalandırma sağlıyoruz. Yapıların konumları araziye göre, hiçbir ağaca değmeden, taşları yerinden oynatmadan ve doğal eğime müdahale etmeden mümkün olduğunca mevcut durumu koruyarak belirlendi. Projenin kalbini üretim alanları oluşturuyor ve hayat bu üretim alanlarının etrafında dönüyor. Girişte, bakıcı ailemizin evi bulunuyor. Ardından da depo, kümes ve ahır geliyor. Bunlar da sundurmalarla birbirine bağlanıyor ve böylece hava koşulları nasıl olursa olsun işler tamamlanabiliyor. Arazide 40 metrelik kot farkı var. Girişten aşağı doğru indikçe de meyve fidanları ve sebze bahçeleri bulunuyor. Yağmur suyu topladığımız gölet de en alt kotta yer alıyor ve önce suyu yukarı basıyoruz, ardından su kendi cazibesiyle aşağı doğru akarken sulama ve günlük kullanım ihtiyacımızı karşılıyoruz. Bütün bu yapı ve sistemlerin tasarımını ise tümüyle yerinde, iplerle projeyi yerinde çizerek yaptık. Yapıları da pabuç temeller üzerine prefabrik olarak inşa ettik. Hiçbir yapı yere dokunmuyor. Karadeniz’in iklim koşullarında mecburen böyle oluyor zaten. Böylece evin altı havalanıyor ve rutubet tamamıyla kesiliyor. Kümes ve ahırımızda iki yüz elli tavuğumuz ve üç ineğimiz var, biri de hamile. Bunun yanı sıra sekiz yüze yakın meyve fidanı diktik, sebze bahçemiz ve toplam 350 m² alana sahip seralar da var. Seraların birinde limon ve portakal ağaçlarımız bile var, normalde bu iklimde yetişmezler ama serada büyüyorlar. Burada vakit geçirmek de oldukça keyifli.
Köyden bir aile bizimle beraber sürekli orada yaşıyor ve biz yokken tarım ve hayvancılık faaliyetlerini sürdürüyor; hayvanların yemlerini veriyor, yumurtaları topluyor ve sebzelerin düzenli bakımını üstleniyorlar. Buradaki tarım ve hayvancılık ile bakım maliyetlerini belli bir miktar aidat ödeyerek paylaşıyoruz ve buradan çıkan yumurtaları, sütü, tereyağını ve sebzeleri tüketiyoruz. Fazla olan ürünleri de satarak köyün masraflarını hafifletmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla şu anda bu aidatın neredeyse yarısı besin olarak geri dönüyor. Amacımız buradaki üretimi artırıp hem kendi besinlerimizi hem de hayvanların yemlerini buradan sağlamak. Meyve fidanlarımız henüz çok küçük, üç beş sene içinde verim almaya başlayacağız. Tarım da sadece atalık tohum kullanıyoruz. Bu tohumların bir kısmı Narköy’den geldi, bir kısmını da organik tohum birliği olan Kokopelli’den tedarik ettik. Burada tarıma başlayalı yaklaşık iki buçuk yıl oldu ve bu zamana kadar bazı ürünlerden iyi verim de aldık. Şu anda yavaş yavaş kendi tohum bankamızı oluşturmaya başladık. Öte yandan kendi gübremizi de elde ediyoruz. Hayvan yemini de kendi arazimizde üretmeye çalışıyoruz, fakat eğer dışarıdan almamız gerekirse GDO’suz mısır ve arpa alıp karıştırıyoruz ya da pazar kurulduğunda oradan artıkları topluyoruz. Amacımız her şeyi bu yerleşimin sınırları içinde çözmek ve tümüyle kendine yetecek bir düzen kurabilmek.
Bu tip küçük çiftliker / ekoköyler organize bir şekilde artarsa hem atıl kalan ve kullanılmayan tarım arazileri üretime katılır, hem de onarıcı toprak ve su kullanım teknikleri ile kaybetmekte olduğumuz topraklarımızı geri kazanmaya başlarız. Ekolojik tarım teknikleri dar alanda yüksek verim sağladığı için konvansiyonel tarımın yıkıcı etkilerini de bertaraf etme şansı vermekte. Aracı ve komisyoncular da ortadan kalktığı için yatırımcı hem sağlıklı hem de ucuz organik tarım ürünlerine kavuşmuş oluyor. Arsa üzerinde yaşayabileceği / konaklayabileceği kendine ait bir yere sahip olması da bu tip bir yatırımı cazip hale getiriyor.