Bizi Takip Edin

Makaleler

Kutsal Ağaç Zeytin’in Genetiksel Korumunun Anatomik ve Fizyolojik Önemi Bağlamında 21. Yüzyılın Kültürel Bitkilerdeki Vebası GDO’ya Bilimsel Yaklaşım

08.09.2015

ünal altınbaş_kentli

Prof.Dr. Ünal ALTINBAŞ Ege Üniversitesi İZMİR (E.), Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği Danışma Kurulu Üyesi BURSA

Özhan Koray BİBEROĞLU Özel Türk Koleji Öğrencisi İZMİR

Kimi sözcükler vardır kulağa hoş gelir, kimileri ise yabancı ve ürkütücü. Son yıllarda başta güzel ülkemiz Türkiye de olduğu gibi dünya gündemine de yoğun olarak oturan bu üç harf neyin nesi acaba?

Bende bu görevi sağlıklı bir şekilde Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği Kurumunun yayımladığı KENTLİ Dergisi okuyucularına açıklamak ve bilgilendirmek bağlamında, konunun uzmanlarından ve yılların Üniversite öğretim üyesi, bilge insan Ege Üniversitesi’nden emekli Prof.Dr. Ünal ALTINBAŞ’a sordum.

Soru: Sayın Profesör,  öncelikle sınırlı zamanınızı bana ayırdığınız için KENTLİ dergisi adına sizlere teşekkür ederim.  Nedir bu GDO, şimdiye kadar öğrendiğimiz yazım ve konuşma kurallı Türkçe sözcüklerine pek uyum sağlamayan GE DE O?

Yanıt: Sevgili Koray, GDO, açılım olarak “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” yani canlıları veya başka bir anlatımla trasgenik özellikli biyolojik çeşitliliği tanımlar. Sizlerinde çok iyi bildiği gibi çevremizde görebildiğimiz tüm canlı ve cansız varlıkların kendilerini simgeleyen en küçük birimleri vardır. Bu birimler cansız varlıklarda atom, canlılarda ise hücre olarak isimlendirilir. Temelde canlı varlıklar 1. İnsanı da içeren hayvanlar, 2. Bitkiler ve 3.  Çok küçük canlılar veya mikro organizmalar şeklinde sınıflandırılırlar. Canlıların en küçük yapı elamanı olan hücre, dışarıdan merkeze doğru 1. Hücre zarı, 2. Sitoplâzma ve 3. Çekirdek (nükleus)’ten oluşur. İşte bu çekirdeğin içerisinde her canlının tüm özelliklerini taşıyan kromozomlar ve bunlarda da her canlının tüm özelliklerini içeren ve bunların genlerinde bulunan DNA, RNA lar ile soydan soya kalıtımla geçmesini sağlayan özellikleri vardır. Canlılara yani yaşayan varlıklara ait tüm özellikler, bu genler vasıtası ile daha sonraki nesillere doğal olarak aktarılır. İşte bu aktarılma sürecinde var olan bu genlere dışarıdan yani çevreden teknik bir müdahale ile başka bir gen ilave edilirse, genlerin doğal özellikleri üzerinde fiziksel ve kimyasal değişimlere neden olunur. Yani bir canlının gen sıralanmasını değiştirmek veya o canlıda olmayan başka bir özelliğin o canlı genine yüklemek işlevi şeklinde de açıklanabilinir. Bu etkinlikte bir canlıdan bir başka canlıya gen aktarılması olayıdır ki, bu işlemde aktarma, kesme, yapıştırma, çoğaltma yöntemleri ile işlerlik kazanır. Başka bir anlatımla veya bu teknik süreçlerden sonra genetiği değiştirilmiş veya yapısı bozulmuş sağlıksız ve beslenmede korku canavarları yaratan yeni canlıların çevremizde özgürce yaşamalarına davetiye çıkarılmış veya olanak sağlanmış olunur. Kimi zaman da böyle yaratılan canlılardan elde edilen gıdalar da Frankeştayn gıdaları olarak ta tanımlanır. Şöyle ki, pamukta akrep geni, patateste tavuk geni, domateste balık geni yanında, kolera bakterisi geni taşıyan yonca gibi, genomlarında kendi türlerine ait olmayan genlerin varlıkları korkutucu ve ürkütücü sonuçları yaratır. 

mısır

karpuz

 

GDO’lu mısır (yukarıda) GDO’lu karpuz (aşağıda) (GDO_Görseller, www.google,com)

Soru: Bu bilinenlere rağmen, arzu edilmeyen bu canlıların oluşumuna ve üretimine neden izin veriliyor?

Yanıt: Tabi bununda nedenleri var. Başlangıçta açlık amacıyla sorun çözmekti. Ancak temel neden daha fazla veya daha yüksek ürün ki verimlilik on katı kadar artırılabiliyor, kısa zamanda ve geniş coğrafyada üretim ve sonuçta daha çok kazanç, yani getirim, yani para. Ancak GDO ürün tohumları pahalıdır ve ancak bir defaya mahsus üretim zincirinde kullanılabilinir.

Soru: İnsan ve hayvan sağlığına zararlı bu ürünler ilk bakışta neler olabilir? 

Yanıt: Bu ürünlerden ilk bakışta mısır, kanola, soya, patates, domates, pamuk, pirinç, yer fıstığı vb. gelmektedir. Örneğin genetiği değiştirilmiş mısır nişastasından yapılan şekerler, çikolatalı ürünler, glikoz şurubu, un, kola, meyve suları, bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, dondurma, pasta, jelibon, gofret, hazır çorbalar, puding ve bebek mamaları, süt tozu, mısır yağı, nişaşta vb. 700 ayrımlı gıda maddesinde; soya ise 900 çeşit gıda üretiminde katkı maddesi olarak kullanılmaktadır. Başka bir anlatımla genetiği değiştirilmiş mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz,  fruktoz vb. yapılan şekerler ve yağlar günlük tükettiğimiz yüzlerce gıda ürünlerinde yoğun olarak bulunmaktadır.  Bu gıdaların insan sağlığına doğrudan olumsuz etkilerinin başında ”OBEZİTE”, yani aşırı şişmanlık oluşturmalarıdır. Benzer şekilde “Genetiği Değiştirilmiş organizmalar” yüksek alerji riski taşırlar, kullananlara toksik etkisi yaparlar ve insan ve hayvanların bağışıklık sistemini bozarlar. Sindirim sistemine zararlıdırlar ve merkezi sinir sisteminde bozulmalara yol açarlar. Potansiyel kanserojendirler. Kas ağrıları yanında, kısırlık ve doğum anomallerine ortam hazırlarlar. Bu arada mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ile diğer süt ve etlerinden yararlandığımız hayvanların yumurta, süt ve et özellikleri bozulur. Bu arada ülkemizin doğal biyolojik tür zenginliği ve başta da yararlı böcekler yok olurken, biyolojik genetik kirliliği yaratırlar, çevrenin ekolojik dengeleri_habitatı bozulur ve çevresine binlerce yılda uyum sağlamış yerli canlının yaşam hakkı elinden alınmış olunur.

Soru: Mademki bu GDO ‘lu ürünler sağlık yönünden zararlı, neden bizler bu ürünleri üretiyoruz?

Yanıt: Temelde bu ürünlerin ülkemizde üretilmesinden ziyade,  dış alımlar yoluyla başka ülkelerden,  ülkemizdeki kimi yerli ve yabancı firmalarca ithal edilmekte ve sonuçta yerli gıda sanayinde yoğun kullanım ortamı yaratılmaktadır. Bu ürünlerin üretilmesi için ilk araştırmalar 1985 de ABD’ lerinde başlatıldı ve 1996 yılında da ticari anlamda yoğun üretimine geçildi.

Soru: Peki Sayın Profesör, GDO’dan kurtuluş umudu yok mudur?

Yanıt: Tabii ki vardır. Şayet bizler bitkisel ve hayvansal kökenli canlıların fiziksel çevre ile uyum içerisinde ve ekolojik dengeler bağlamında soylarının sürekliliği ve sürdürülebilirliğinde karşılıklı doğal dengelerin kurulması ve doğal yaşamlarına izin verilmesi yanında, organik veya biyolojik tarımın yaygınlaştırılması ile mümkün olacağı anlayışı beyinlere iyi yüklenmelidir. Unutulmamalıdır ki, biyolojik genler ile yaşadığı çevre arasında karmaşık ve karşılıklı doğal bir ilişki söz konusudur. Çünkü doğal biyolojik çeşitliliğinin korunması ve doğal yapının sürdürülebilirliği, kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemlerin korunması, endemik canlılar ile tehlike altında olan seçkin özellik içeren ve bunun devamı niteliğindeki biyolojik alanların bir bütünlük içerisinde algılanması, yörenin ve çevresel bütünlüğün sürekliliği için mutlaktır. Çevresel doğal yapılar bozulur ve tahrip edilirse, binlerce ve hatta milyonlarca yılda kurulan ekolojik dengeler bozulur ve çevresel olumsuzluklar ve doğanın yok oluşu geometrik_katlanan bir sayısal bağlamında yoğunlaşarak artış gösterir. Buralarda bulunan biyolojik doku ve bunun içinde bulunduğu habitatın ve jeomorfolojik yapının etkilenmesi, zincirleme bozulmalara ve sonuçta insan yaşamını da olumsuz etkileyebilecek çok önemli sorunlar yumağının başlangıcı ve devamı anlamına gelir. Çünkü doğada bulunan bitkisel türlerin tümü bir başlangıç ve son arasında gidip gelen bir yaşam dizgesi içerirler. Benzer şekilde alanda var olan her bir canlı türün işlev ve biçimi ayrımlı da olsa, her bir elemanın büyüme ve üremesini sağlayan güvenli bir doğal ortamları veya dinamik bir yaşam_var olma sisteminin oluşturulmuş olması söz konusudur. Mevcut doğal çevrede bir maddeden diğerine akan enerji denetimlidir. Bu alanlarda işlevi ve biçimi ayrımlı olan her bir doğal elemanın büyüme ve üremesini sağlayan güvenli bir ortam binlerce yılda şekillenmiştir. Sonuçta canlı doğada ve fiziksel yapıda sürekli ve uyumlu bir değişim_dönüşüm zinciri oluşmuştur ve buradaki ekolojik dengeler de çevredeki temelsel bütünlüğü sergiler. Kimyasal gübreler ve kimyasal ilaçlar kullanılmadan, kendi topraklarımızın bitki ve hayvan genlerini içeren sertifikalık bitkisel tohumluk ve hayvan ırklarının ülkemiz üretim alanlarına uyarlanması zorunlu olmalıdır. Bu arada dış alımlarla GDO’lu veya transgenik gıdaların, bitkisel tohumların ve hayvansal ürünlerin ülkeye olan girdilerine yönetsel ve yasal olarak izin verilmemeli, gümrüklerde ve karantinalarda GDO lu ürünler konunun uzmanları tarafından çok iyi denetlenmelidir.

Özhan Koray BİBEROĞLU: Sayın Profesör, verdiğiniz bu kısa ve doyurucu bilimsel bilgilere KENTLİ dergisi adına içtenlikle teşekkür ederim.

 

Bu Haberi Paylaşın