Prof. Dr. Yalçın MEMLÜK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi
Osmanlı tarihinde ‘Lale Devri’ olarak adlandırılan ve 1703 – 1730 yılları arasını kapsayan kısa süreç, özellikle güzel sanatlar açısından çok verimli bir dönemdir. Şiirde edebiyatta, müzikte, sivil mimaride, özellikle de yeşil alanların kullanımında büyük değişim ve yenilikler söz konusu olmuştur. Denilebilir ki, Türk bahçe sanatı bu dönemde çok büyük bir gelişimi yakalamıştır.
Lale devrine gelinceye kadar İstanbul’un dünyada bir eşine nadir rastlanan doğal peyzajı, Lale Devrinde adeta sanat eserlerinin toplandığı bir müze haline getirilmeye çalışılmıştır. Devrin bu güzel dekoru içinde geçen sosyal hayat da çok renklidir. Ancak, sosyal ve kültürel alandaki gelişmeler ne yazık ki siyasi ve idari alanlarda yakalanamaz, hatta gözle görülür bir gerileme yaşanır (Aran,1977).
Zamanın sultanı III. Ahmet ve veziriazam İbrahim Paşa batıdaki olguları ve gelişimleri yakından takip etmektedirler. Bu amaçla 28 Çelebi Mehmet Efendi adında bir sefiri Fransa’ya yollarlar. Avrupa Barok döneminin en parlak devrini yaşamaktadır. Fransa’da Kral XIV. Lui’dir. Versay (Versailles) sarayının en görkemli zamanıdır. Fransızlar tüm barok yapıları ve bahçeleri 28 Çelebi Mehmet’e gösterirler ve Versay’da kendisine ikametgah olarak bir daire tahsis ederler. Çelebi Mehmet İstanbul’a döndüğünde gördüklerini Sultana anlatır. Anlatılanlardan çok etkilenen III. Ahmet, İstanbul’un manzarası güzel her köşesine saraylar, köşkler ve bahçeler yaptırır. Genelde Boğaziçi kıyıları ve Haliç’e konumlanmış olan bu eserlerin en önemlisi Sadabat Sarayı ve onun bahçesidir.
Lale Devri ile Osmanlı, geleneksel ‘Bahçe’ uygulamasından, batının toplumu dönüştürme ve sosyalleştirme adına çok güçlü bir biçimde kullandığı ‘Park’a geçiş yapmıştır. Özellikle akarsu vadilerinin düzenlenmesiyle (Mesire Yeri) daha çok gezinti amaçlı kullanımlara olanak sağlayan bu alanların en unutulmayanları, İstanbul’daki Göksu ve Kağıthane Dereleridir.
İnalcık (2010), Lale Devrini ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun son Rönesans hareketi’ olarak tanımlandığını söyler. Sonu kanlı biten bu dönemden sonra İmparatorluk savaşlar, topraklar kaybeder.
Tanzimat Fermanı, Osmanlı’nın modernleşme ve batılılaşma gayretlerinin Lale Devrinden sora ikinci büyük ve önemli adımıdır. 3 Kasım 1839 yılında sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın tarihte Gülhane Hatt-ı Şerif’i olarak anılan fermanı Topkapı Sarayının Gülhane Bahçesinde bizzat kendisinin okuması, halka açıklaması ve ilan etmesiyle başlar.
Bu ferman ile Osmanlı’da eğitimden sanayiye kadar yüzü batıya dönük yeni bir uygulamalar dönemi başlar. Lale devrinde olduğu gibi bu değişim de Osmanlı eliti tarafından başlatılmış, zaman zaman hem toplumun hem de aydınların direnişleriyle karşılaşmıştır. Osmanlı ülkesinin tamamı Tanzimat uygulamalarına dahil edilememiştir.
Tanzimat ve Islahat fermanları ve arkasından Kanuni Esasi’nin ilan edilmesiyle önce ‘Millet’ ve ‘Ümmet-teba’ kavramları yeniden düzenlenmiş, ümmet ve millet bütünleştirilerek, hepsi ‘Millet’ yapılmıştır -Tanzimat’tan önceki Osmanlı devlet düzeninde Müslümanlar ümmet-teba, Müslüman olmayan topluluklar millet olarak tanımlanmışlardır- (Sakaoğlu,1986). Konumuzu oluşturan ‘Millet Bahçeleri’ de bu bütünlüğü simgeleyen bir kavramdır. Tanzimat sonrası yapılan düzenlemeler tüm devlet sathında yeni teşkilatların kurulmasını, halkın yaşam biçiminin dönüştürülmesini, sosyalleşme gibi kavramları beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda hazırlanan Vilayet Nizamnamesi içinde yer alan bir konu da ‘Millet Bahçeleri’dir.
Çelik’e (1998) göre, kamuya açık park kavramı İstanbul’a 1860’larda girmiştir. 1864’te Taksim-Pangaltı yolu inşa halindeyken, Taksim’deki Hristiyan mezarlıklarının Şişli’ye taşınmasıyla boşalan alana bir bahçe yapılması düşünülmüştür. Osmanlı başkentinde türünün ilk örneği olan Taksim Bahçesi’nin yapımı beş yıl sürmüş ve 1869’da tamamlanmıştır. Tepebaşında oluşturulan diğer bir park da, Tepebaşı Parkı’dır. Bu uygulamaları 1870 yılında Kısıklı’da açılan ‘Millet Bahçesi’ takip etmiştir. Kentte bulunduğu yerin isimleriyle anılan birçok alan, park ve benzeri yerler artık ‘Millet’, ‘Hürriyet’ gibi adlarla anılmıştır.
Osmanlı’da tesis edilen parkların batıdakilerden farklı olmakla birlikte, yine bazı toplumsal gereksinimlerden doğduğu bir gerçektir. Tanyeli’ye (1986) göre; yeşil alan toplumun kamusal alanlardaki yansımalarının görünür bir biçimidir. Ancak, yeşil alanlarla ilgili bu yansıma zamanın yazarları da dahil olmak üzere toplumun her kesimi tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Park ve mesire, aynı zamanda geleneksel başka normları da yıkmakta, yeni lüksler tanımlanmakta ve bazı yeni lüksler sayesinde varlık kazanmaktadır.
XIX. yüzyılda Osmanlı’da eğlence kültürü de toplu katılımı içeren bir etkinliktir. Bunda da cemaat olgusunun değişik tezahürlerini bulmak mümkündür. Mesireler, gezi yerleri, bayramlar, düğünler halkın kendisini bir idealin etrafında toplanmış olarak bulduğu etkinlikler biçiminde süregelmiştir. İstanbul’un Kağıthane, Göksu, Çamlıca, Yuşa tepesi, Bentler vb. yerleri böylesi bir eğlence kültürünün yaşandığı yerler olmuştur. (Işın,1986)
Tekeli (1985) bu hususu şöyle betimler; değişen kent dokusu içinde yeşil alanların da işlevi değişmeye başlamıştır. Kent içi yeşil alanlar, kentlinin beslenmesine doğrudan katkıda bulunan tarımsal üretim yerleri olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır. Bunların bir kısmı (bağlar, bostanlar) yeni konut alanları haline gelmiş, kentlerde tüm kentlilerin kullanımına dönük ‘Belediye Parkları’ oluşmaya başlamıştır. Belediye Parkları genellikle kentin büyümesi sonucu kent içinde kalan mezarlıkların nakli ya da dönüşümü ile gerçekleştirilmiştir. İstanbul’un ilk imar planının Moltke tarafından yapıldığını söyleyebiliriz. Sultan Abdülmecit döneminde Bekir paşa tarafından bir başka planlama çalışması daha yapıldığı bilinmektedir. Ama bu planın tam olarak hangi tarihte yapıldığı, ne olduğu, uygulanıp uygulanmadığı bilinmemektedir. Bekir Paşa orduda görevliyken Sultan Abdülmecit tarafından 1840’ta Londra’ya öğrenci olarak gönderilmiştir. Döndüğünde atandığı mühendishanede İstanbul için bir plan hazırlamıştır. Bekir Paşa’nın akrabalarından Mehmet Eşref bey bu planı şöyle anlatmıştır: ‘Bekir Paşa İstanbul’un birer sanat abidesi olan camilerini esas alarak bir şehir planı hazırladı. Mimar Sinan’ın Süleymaniye ve Şehzade Camilerini, Mimar Hayrettin’in Beyazıt Camiini, Mimar Mehmet Ağa’nın Sultanahmet Camii’ni, Mimar Davut ile Kasım’ın Yeni Camii’ni, Sultan Selim Camii’ni ve nihayet Laleli ve Nuruosmaniye Camilerini esas tutarak, bütün İstanbul’un yolları bu yüksek mabetlere doğru geliyor, camiler ise geniş meydanlar ortasında kalıyordu. Muhtelif mahalleler arasında parklar ve bahçeler yapılıyor, bütün çeşme ve sebillerle türbe ve medreselerin de etrafı açılıyordu. Avrupa treni İstanbul’a bu plana göre geliyordu. İstanbul’un en büyük garı Yedikule’de bulunan Kazlıçeşme’de yapılıyordu. İstanbul surlarının Yedikule’deki yaldızlı kapısı, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girdiği kapı farz edilerek, yaldızlı kapının bulunduğu yere büyük bir tak-ı zafer şeklinde bir kapı planı yapılmıştı.(…) Avrupa treni bu muazzam kapı önünde duruyor, tren şehre girmiyordu. Şehirde atlı tramvay işletiliyordu. Plan eğer bu anlatılan biçimdeyse, 1850’ler Avrupası başkentlerinde uygulanan büyük imar operasyonlarına özenilerek hazırlandığı kolaylıkla söylenebilir. Bu etkilenme daha çok Haussmann’ın Paris’teki uygulamalarına özenme biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Paris’te sefir olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa da, orada gördüğü imar uygulamalarını vali olunca Bursa’da gerçekleştirmeye çalışacaktır’ (Tekeli, 1985).
Taksim Millet Bahçesi’nin açılışından üç yıl sonra 1869’da Üsküdar’daki Sarıkaya Millet Bahçesi oluşturulmuştur. Alemdağ’da inşa edilen Kasr-ı hümayüne ulaşım söz konusu olunca kasrın yoluyla Millet Bahçesi’nin yolu Nafie Nezareti tarafından şose bir yol olarak gerçekleştirilmiştir. 1871’de ‘Sultanahmet Millet Bahçesi’ tesis edilmiştir. 1877’de ‘Tepebaşı Millet Bahçesi’ yapılmış, kayıtlara göre Tünel’in yapımı sırasında çıkan molozlar bu bahçenin içindeki boşluğa doldurulmuştur. Bahçe sultan Abdülhamid tarafından himaye görmüş, bilahare 1888’de Şehremaneti ne tevdi olunmuştur. Bu bahçenin yapımından sonra İstanbul’da Cemil Paşa’nın gayretleriyle yeni bir bahçeler ve parklar dönemi başlamıştır (1913). Bunlardan bazıları, Sarayburnu-Gülhane Parkı, Üsküdar Doğancılar Parkı, Mahmut Şevket Paşa Parkı, Sultanahmet Bahçeleri ve Fatih Parkıdır. İstanbul dışında da hemen her büyük ile bir Millet Bahçesi ihdas edilmiştir (Polat,2001).
Arseven (1983), Millet Bahçelerinin içine yerine ve büyüklüğüne bağlı olarak, müzik köşkleri, lokantalar, gazino, dans ve oyun salonları, konser ve tiyatro salonu gibi yapılara da yer verildiğini yazmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde iki kez (birincisi 1876, ikincisi 1908) meşrutiyet ilan edilmiştir. Özellikle II. Meşrutiyetin yarattığı eşitlik, kardeşlik ve hürriyet ortamında; Osmanlı milletinin yaratılması, ilerlemesinin gerçekleştirilmesi, medeniyete ilişkin yapılanmalar toplumun ana hedefleri haline getirilmeye çalışılmıştır. Başta Anadolu olmak üzere tüm Osmanlı ülkesinde meşrutiyetin ruhunu yansıtacak yeni yapılanmalar hızla uygulamaya konmuştur. Bu uygulamaların en önemlilerinden birisi de Fransa’daki Halk Bahçelerinden esinlenerek yapılan ‘Millet’ Bahçeleridir. Millet Bahçeleriyle, kişilerin ve toplumun sosyalleştirilmesi ve kontrol edilmesi hedeflenmektedir.
O dönemde açılan millet bahçelerinde pek çoğunun içinde Osmanlı Kulübü, kütüphane ve tiyatro yapıları inşa edilmiştir. Millet Bahçesi yapılan yerlerden biri de Ankara’dır. Bunların yanı sıra Ankara’da, 19. yüzyılın son çeyreğinde; Muallim Mektebi (Şimdi yerinde Ulus Çarşısı bulunmaktadır), Sanayi Mektebi (Şimdi yerinde I. Sanayi Okulu yer almaktadır), Ziraat Mektebi (Şimdi yerinde Meteoroloji Genel Müdürlüğü bulunmaktadır) ve Ankara Sultanisi (Taş Mektep) (Yüksek İhtisas Hastanesi’nin bulunduğu yer) kurulmuştur.
Millet bahçesinin yapımı Ziraat Mektebi’nin açılışından sonradır. Ziraat Mektebi hocalarından Ziraatçı Muhittin Bey’in düzenlediği Millet Bahçesi özellikle akasya ağaçları ve ortasındaki havuzuyla yapıldığı dönemde bir vaha gizi Ankaralılara büyük hizmette bulunmuştur. İçinde ahşap ağırlıklı bir de tiyatro binasının bulunduğu Millet Bahçesi 1926’ya kadar ilk yapıldığı halde kalmıştır. Tiyatro binası 3 kez yanmış, yeniden yapılmıştır. Çevresi duvar ve demir parmaklıkla çevrili millet bahçesinin karşısına daha sonra Enver Paşa’nın İttihat ve Terakki Kulübü’nün binası yapılmıştır. Bu yapı daha sonra birinci meclis binası olarak hizmet vermiştir.
Millet Bahçesi’ni, Mukaddes Ankara’dan mektuplar adlı yapıtında Kadriye Hüseyin şöyle anlatır: ‘…Meclis binasının karşısında bakımsız kalmasına rağmen eski dinlendirici özelliğini muhafaza eden Millet Bahçesi bulunmaktadır. Burası herkes için buluşma yeridir. Çünkü çiçeklerle bezenmiş olan bu üçgenin ortasında lokanta ve kahve olan bir bina bulunmaktadır. Alkollü içkiler bütün Anadolu’da kesin olarak yasaklanmış, olduğundan burada yalnız soğuk meşrubat ile yaz-kış olan çaydan başka bir şey içilmemektedir…’
Başta Mustafa Kemal olmak üzere bütün milletvekilleri bu bahçeye sık sık gelir, hatta sabahlara kadar süren oturumlar sırasında bahçedeki lokantanın hazırladığı işkembe çorbasını içer, zindeleşirlermiş. Pek çok milletvekili tanıdıklarıyla bu bahçede buluşur, onları bu bahçede ağırladı. O dönemde Meclis’le park arasındaki çıplak, ağaçsız bir yol ovaya doğru Ankara Tren İstasyonu’na uzanırdı. Ankara İstasyonu ve hattını İngilizler başlayıp Almanlar bitirmişti. Cepheye giden Mehmetçik’in uğurlaması Millet Bahçesi’nin önünde bu yol üzerinde yapılırdı.
1924 yılında Ankara’ya gelen İngiliz gazeteci Grace Ellison’u Millet Bahçesi çok etkiler ve buradan övgüyle bahsederek şöyle yazar; ‘…Bir öğleden sonra Meclise geldiğimde bahçesinde bando çalıyordu. Kendi kendime parlamentonun ciddi meşgalesine çok acayip giden bir adet diye düşündüm. Benden nezaketen bandonun çalması için parça seçmemi istediler. Ben de Türk müziği rica ettim. Milletvekillerinden birisi bir opera yazmış. Onun eserinden bazı bölümleri büyük bir zevkle dinledikten sonra besteciyle tanıştırıldım. Opera günün koşullarına uygun yazılmış heyecanlı ezgilerle dolu. Anlayan dinleyicilerin gözlerinde yaşlar geliyordu. Orkestra bana bir de halk aşk türküsü çaldı. İki aşığın (Anadolu ve Rumeli) uzun yıllar ayrıldıktan sonra birleşmelerinin şarkısı…’
13 Eylül 1921 Salı günü 3282 şehit vererek kazanılan ‘Sakarya Savaşı’nın ardından Ankara’ya dönen Mustafa Kemal Büyük bir coşkuyla karşılanmış, karşılamaya gelen bayanlar Millet Bahçesi’nde toplanarak Mustafa Kemal’e şükran duygularını iletmişlerdir.
Ankara 1922’de ilk İşçi Bayramı’nı kutlamıştır. 1 Mayıs 1922 akşamı Millet Bahçesinde bir eğlence düzenlenir. ‘Malül Makinist’ piyesi sahnelenir. Bahçe rengârenk fenerlerle donatılır ve Türkiye ilk işçi bayramını böyle bir coşkuyla kutlar. Millet Bahçesi’nin görevleri bununla da bitmez, örneğin bahçenin istasyon yönünde 1928 yılında, yanan ahşap bir sinema açılır, hatta arada bir burada tiyatro da oynar. (Memlük,2008)
Anadolu’nun ve Trakya’nın belli başlı Osmanlı kentlerinin hemen hepsinde; Adana, Ankara, Aydın, Bursa, Edirne, Erzurum, Kars, Konya, Mersin, Sinop, Sivas bir Millet Bahçesi var olmuştur. Günümüzde ise sınırlarımız dışında olan serhat şehirlerimizde bile bu bahçelerin izleri kalmamıştır.
KAYNAKÇA
Aran,S. (1977). Peyzaj Mimarisi Temel Prensipleri. A.Ü.Z.F. Yayını, Ankara.
Arseven, C. E. (1987). Sanat Ansiklopedisi. M.E.B yayını, Ankara.
Asiltürk, B. (2000). Osmanlı Seyyahlarının Gözü ile Avrupa. Kaknus Yayınları, İstanbul.
Çelik, Z. (1998). 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti, Değişen İstanbul. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Işın, E. (1986). 19.Yüzyılda Modernleşme ve Gündelik Hayat. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi içerisinde, İletişim Yayınları, İstanbul.
İnalcık, H. (2010). Has-Bağçede ‘Ayş u Tarab’. İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Memlük,Y. (2008). Bulvarın Yeşil Parçaları. Cumhuriyet Devriminin Yolu: Atatürk Bulvarı içerisinde, Koleksiyoncular Derneği Yayını, Ankara.
Polat, N.H. (2001). Türk Çiçek ve Ziraat Kültürü Üzerine, Cevat Rüştü’den bir Güldeste. Kitabevi yayını, İstanbul.
Sakaoğlu, N. (1986). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarih Sözlüğü. İletişim Yayınları.
Tekeli, İ. (1985). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kentsel Dönüşüm. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi içerisinde, İletişim Yayınları, İstanbul.